17 Şubat 2011 Perşembe

Hayat bir serseri yumak

Hayat bir serseri yumak,
Maksat o yumaktaki ucu bulmak,
Yumaktaki uç bize ne getirir,
Belki bir ters bir yüz örülen bir kazak.
Oda kalmadı bu hayta, hazıra konarak.
Kimse hiç bir şey örmek istemiyor,
Nede olsa hazırı var deniyor.
Her örülmeyen kazak,
Yaratıyor hazıra konan hayat.
Nede olsa,
Uğraşmaya ne gerek var,
Hazırda her şey var,
Başta kazak,
Onu kovalayan hazır yemek,
30 dakikada kapıda pizza,
İnternette hazır bilgi, hazır ödev,
Saymakla bitmez, hazırda sayılmışı var,
Garip olan bunlara alışmak mı? ,
Yoksa, her yerde hazıra konmak mı gerek?
Kolay bir işim olsun
Kolay bir eşim olsun, birde parası olsun,
Olmuşken hazırda evi olsun
Arabası olsun,
Merak etmeyin hazır çocuk olayı yakında,
Nede olsa,
Maksat uğraşmadan yaşamak,
Ama bir gün diyecekler,
Hazırda yaşanmışı var.
 

16 Şubat 2011 Çarşamba

Susma sustukça sıra sana gelecek

Aşağıdaki yazı Hasan Pulurdan alıntıdır.

* * *
Aklımıza Washington’daki Holocaust Müzesi geldi, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin gaz odalarında katlettikleri Yahudiler için dikilen bu müzede Papaz Martin Niemöller’ın şu şiiri asılıdır...
“Önce sosyalistleri topladılar
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü ben sosyalist değildim.
*
Sonra sendikacıları topladılar
Sesimi çıkarmadım
Çünkü sendikacı değildim.
*
Sonra Yahudileri topladılar
Sesimi çıkarmadım
Çünkü ben Yahudi değildim.
*
Sonra beni almaya geldiler
Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı?”
* * *
Bir zamanlar bir slogan vardı "Susma sustukça sıra sana gelecek" diye
Susma....

11 Şubat 2011 Cuma

3000 Kitap

Kelime kalabalıkları içinde yuvarlanan gözler acaba neyi arar. Yalın bir hayatın getirdiği boşluğu bu kelimeler mi dolduracak ve renklendirecek.
Kitap okumak güzel bir eylem. Gerçekten okuma eylemini yerine getirmek ve bu eylemin sonucunda yeni biri bilgi, görüş veya hayal dünyası edinmek çok güzel. Ama bazen durum abartılıyor gibi geliyor bana. 3000 kitap okuma isteği bana çok garip geliyor. Hem de gerçekten kitap okumaktan keyif alan bana. 15 -16 yaşından beri ayda bir kitap okuyorum. Bazen 100 bazen 300 sayfalık kitaplar. Ama ayda sadece bir tane.
Nenden bir tane derseniz, zaten günümüzde zaman fukarası olma yönünde ilerleyen bir toplumun içinde yaşıyoruz. Kendimden örnek verme gafleti içinde olursam,  hafta içi günde ortalama 12 saat çalışıyorum, işe gidip gelmek içinde yolda 1,5 saat kaybediyorum. Yani kısaca hafta içi yemesi içmesi vb eylemler ile beraber, uyku hariç 15 saat bu şekilde geçiyor. Üstüne 6 saat uyku koy 21 saat. Bütün çaba bu geriye kalan 3 saat için.
Ben sadece kitap okumayı sevmiyorum, yazmayı da seviyorum. En az kitaplar kadar film seyretmeyi de. Dostlarımla vakit geçirmeyi de. Özellikle okuduklarım yazdıklarım ve seyrettiklerim hakkında onlar ile konuşmayı da. Liste uzar gider, o nedenle ben kedime farklı hedefler koydum. Kitap okumak, film seyretmek  vb , hayattan keyif alınacak şeylere her zaman vakit ayırmak.
Kimsenin 3000 kitaplık hedefini mantıksız bulmak gibi bir niyetim yok. Sadece yazılanlardan bir dünya değil, bunu yazanların yaşadığı bir dünyayı, anlama isteğinden kaynaklanan bir itiraz benimki. Okuyup unutmaktansa yaşayıp, tadına varma isteği birazda.
Doğduğumuz andan itibaren hayatımız aslında ölüme doğru bir yolculuk. Sonu bilinen bir film veya kitap gibi. Sonunu bilsek de bazı filmleri tekrar tekrar seyrederiz, ya da kitapları okuruz. Çünkü ilgimiz çeken sondan çok, sona giden yolculuktaki hikâyenin içeriği ve renkliliğidir bizim için. Kendi içeriğimizi renklendirmek istiyorsak eğer, tek bir şeye saplanmadan, mümkün olduğunca birçok şeyi tatmak ve bunun için çaba sarf etmek gerek. Zamanın ruhuna uygun olarak.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Hangi ayak havada? :)

Hayata sadece bir çift gözle bakmanın getirdiği bir körlüğün içinde olduğumu düşünürüm bazen.  Yıllar önce idi. O zamanlar pazarda tencerelere, tavalara kulp takan ustalar vardı. Bunlardan biri tren yolunun kenarında, tamtamların orada daimi mesken edinmişti kendine.
Anemin düdüklü tenceresinin lastiği ile enteresan oyunlar yaratan bendeniz, tam olarak hatırlamıyorum, lastiği ya kaybetmiştim yada koparmışdım. Anneden azar işitme, ben sana söylemedim mi? O lastikle oyun olmaz lafını duyma tehlikesine istinaden, arayışa girdiğimde onu keşfetmiştim.
Her gittiğimde değişik bir şey anlatırdı, ama yıllar içinde söylediği, anlattığı birçok şeyi unutsam da,  bir tek şeyi hiç unutmadım. Hayatı bakar kör yaşama . Gözlerini bakmak için değil görmek için kullan, çünkü hayat baktıklarından çok, görebildiklerine göre şekillenir derdi. Bir de örneği vardı, daha doğrusu sorusu. Nerdeyse bütün müşterilerine sorduğu basit bir soru , “ Cumhuriyet Meydanında (İzmir) Ata binmiş Atatürk heykeli var, atın hangi ayağı havada dır.”
Evet, yıllarca önünden geçtiğimiz, defalarca gördüğümüz bir heykel. Kaç İzmirli bunun cevabını hemen verebilir. Bu soruyu müşterilerine sorar ve hep, bakarak değil görerek yaşayın, bakarkör olmayın derdi.
Kendim için edindiğim bir düstur var, yıllardır aynı yolu gidip geliyorum. Ev, iş arası. Otomatiğe bağlamış gibi. Ama haftada bir gün o yolu, bakarak değil görerek gidiyorum, keyfini çıkararak. Çünkü o ustaya bir sözüm var, ben bakar kör olmayacağım diye.
Sadece çevremizi değil, çevremizdeki insanları da bakmak yerine görmeliyiz. Basit bir merhaba, günaydın, ufak bir gülümseme, hem görmemizi sağlar hem de görünür olmamızı.