25 Nisan 2011 Pazartesi

Hayat akıp giderken susup oturma



Hayat akıp giderken susup oturma, söyleyecek bir şeylerin olmalı, eğer söyleyeceğin bir şey yoksa akıntıya kapılıp gidersin.

Fizikte en temel kural, hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan yok olmazdır. Ama bir yerde bir şeylerin yoktan var olmuş olması gerekir ki varız,  kıyamet gününde vardan yok olma günü olmalı. Bu durum baştaki önerme ile hem çelişiyor, hem de doğruluyor. Bunu sağlayan da zamanın izafi olması bence. 

Zamanı ve yaşamı algılama biçimimiz bu izafi durumu yaratıyor. Var olmanın dayanılmaz hafifliğini keşfetmek gibi bir ideolojim yok. Ama ne yazık ki düşüne bilmek gibi bir özelliğimiz var. Öyle bir sınır çizgisi var ki bu düşünme eylemi içerisinde, çizgi aşıldığında düşünememe özelliğine sahip oluyorsunuz. 

Genel geçer kabuller içerisinde kalmak ve bu kıstaslar içinde düşünmeyi seçmekte farklı bir tercih, beklide en mutlu tercih. Sıkıştığınız anda her şeyi bir kadere bağlaya bilirsiniz. Güzel bir kaçış yolu.

Ama düşünmeyi seçerseniz ve düşündüklerinizi sorgulamaya başlarsanız, yandı gülüm keten helvası durumu oluşur. Çünkü garip bir yapbozun içerisinde bulursunuz kendinizi. Böyle bir bulmacayı çözebilen bu güne kadar var mıdır bilemeyeceğim.  Var olan öğretilerimizden sıyrılmadan bu bulmacanın çözüle bileceğine inanmıyorum.

Var olmak kelimesinin bir başlangıcı olmalı. Oda “Var” galiba. Bu da şu demek oluyor. Var hep vardı. Sonra “var” var oldurdu. Böylece varolduk (mu?). 

Bilgi çağında bildiklerimizin ne kadar doğru olduğunu düşünür oldum hep. Bu düşünceler, içine dönüp kendini arama sorgusu değil yâda bir inanç sorgusu değil.

Sadece bilinmeyeni bilme çabası. Ya da bilinmeyenin bildiğini öğrenme arzusu. Ki bu arzunun varolma nedenimiz olduğunu düşünüyorum ben.

O yüzden söylenmek yerine söylenecek şeyler arıyorum, hem kendi içimde, hem de sahip olduğum düşünce denizinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder