14 Mayıs 2011 Cumartesi

Oksimoron Hayat

Gerçek yalanlara karşı,
Sessiz çığlıklarım var,
Sesiz haykırışlarım var,
Tek çabam, yaşayan ölü olmamak.

O yüzden ,
Hızlı duruşlarımın aksine,
Gündüzün karanlığında yürümektense,
Gecenin aydınlığında koşmayı yeğledim hep,

Düzenli bir kaos yerine,
Organize bir dağınıklıktır,
Benim yaşamım.

Güneşin gölgesini arar gibi
Sessizliğin sesini aramakla geçse de.
Paylaşılmış yalnızlık gibi,
Coşkulu bir sadeliğe sahiptir.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Hayat kör kütük

Hayat kör kütük,
Bilir misin ben ondan kütük.
Mesele hayattan büyük,
Çünkü bedenim küçük.
Bazen dar gelir XLarge,
Bazen bol gelir XSmal.
İsteklerim bedenime,
Bedenimdekiler isteklerime,
Sığmaz.
Beklentilerimle kaldım.
Beklemediklerimden kaçamadan.
Basitti matematiğim,
Karmaşık olan,
Basitliğimi bozan isteklerim.
Tek istediğim kendi isteklerim,
Onlarda basit, istemediklerimden kalanlar.
Sonuçta,
Hayat körkütük,
Bilir misin ben ondan kütük.
Barmen bir tek, ama oda olsun sek.

Hayat akıp giderken susup oturma



Hayat akıp giderken susup oturma, söyleyecek bir şeylerin olmalı, eğer söyleyeceğin bir şey yoksa akıntıya kapılıp gidersin.

Fizikte en temel kural, hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan yok olmazdır. Ama bir yerde bir şeylerin yoktan var olmuş olması gerekir ki varız,  kıyamet gününde vardan yok olma günü olmalı. Bu durum baştaki önerme ile hem çelişiyor, hem de doğruluyor. Bunu sağlayan da zamanın izafi olması bence. 

Zamanı ve yaşamı algılama biçimimiz bu izafi durumu yaratıyor. Var olmanın dayanılmaz hafifliğini keşfetmek gibi bir ideolojim yok. Ama ne yazık ki düşüne bilmek gibi bir özelliğimiz var. Öyle bir sınır çizgisi var ki bu düşünme eylemi içerisinde, çizgi aşıldığında düşünememe özelliğine sahip oluyorsunuz. 

Genel geçer kabuller içerisinde kalmak ve bu kıstaslar içinde düşünmeyi seçmekte farklı bir tercih, beklide en mutlu tercih. Sıkıştığınız anda her şeyi bir kadere bağlaya bilirsiniz. Güzel bir kaçış yolu.

Ama düşünmeyi seçerseniz ve düşündüklerinizi sorgulamaya başlarsanız, yandı gülüm keten helvası durumu oluşur. Çünkü garip bir yapbozun içerisinde bulursunuz kendinizi. Böyle bir bulmacayı çözebilen bu güne kadar var mıdır bilemeyeceğim.  Var olan öğretilerimizden sıyrılmadan bu bulmacanın çözüle bileceğine inanmıyorum.

Var olmak kelimesinin bir başlangıcı olmalı. Oda “Var” galiba. Bu da şu demek oluyor. Var hep vardı. Sonra “var” var oldurdu. Böylece varolduk (mu?). 

Bilgi çağında bildiklerimizin ne kadar doğru olduğunu düşünür oldum hep. Bu düşünceler, içine dönüp kendini arama sorgusu değil yâda bir inanç sorgusu değil.

Sadece bilinmeyeni bilme çabası. Ya da bilinmeyenin bildiğini öğrenme arzusu. Ki bu arzunun varolma nedenimiz olduğunu düşünüyorum ben.

O yüzden söylenmek yerine söylenecek şeyler arıyorum, hem kendi içimde, hem de sahip olduğum düşünce denizinde.

2 Mart 2011 Çarşamba

Öldüm

Ölüm kimseye yakışmaz be güzellik,
Hele sana hiç yakışmadı.
Doğduğumuz andan itibaren,
Ölmek için yaşıyoruz ne yazık ki.
Ama zamanını bilmeden.
O zamanı ne sen bildin,
Ne de ben güzellik.
Bilseydik bile durdura bilecek miydik?
Hep dünde kalabilecek miydik?
Ölüm kimseye yakışmaz be güzellik,
Hele sana hiç yakışmadı.
Yakışamadı,
Yakış mamalıydı,
Yanına bile yaklaşmamalıydı.
Hep dünde kalsaydık,
Hiç bu gün olmasaydı be güzellik.

17 Şubat 2011 Perşembe

Hayat bir serseri yumak

Hayat bir serseri yumak,
Maksat o yumaktaki ucu bulmak,
Yumaktaki uç bize ne getirir,
Belki bir ters bir yüz örülen bir kazak.
Oda kalmadı bu hayta, hazıra konarak.
Kimse hiç bir şey örmek istemiyor,
Nede olsa hazırı var deniyor.
Her örülmeyen kazak,
Yaratıyor hazıra konan hayat.
Nede olsa,
Uğraşmaya ne gerek var,
Hazırda her şey var,
Başta kazak,
Onu kovalayan hazır yemek,
30 dakikada kapıda pizza,
İnternette hazır bilgi, hazır ödev,
Saymakla bitmez, hazırda sayılmışı var,
Garip olan bunlara alışmak mı? ,
Yoksa, her yerde hazıra konmak mı gerek?
Kolay bir işim olsun
Kolay bir eşim olsun, birde parası olsun,
Olmuşken hazırda evi olsun
Arabası olsun,
Merak etmeyin hazır çocuk olayı yakında,
Nede olsa,
Maksat uğraşmadan yaşamak,
Ama bir gün diyecekler,
Hazırda yaşanmışı var.
 

16 Şubat 2011 Çarşamba

Susma sustukça sıra sana gelecek

Aşağıdaki yazı Hasan Pulurdan alıntıdır.

* * *
Aklımıza Washington’daki Holocaust Müzesi geldi, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin gaz odalarında katlettikleri Yahudiler için dikilen bu müzede Papaz Martin Niemöller’ın şu şiiri asılıdır...
“Önce sosyalistleri topladılar
Sesimi çıkarmadım,
Çünkü ben sosyalist değildim.
*
Sonra sendikacıları topladılar
Sesimi çıkarmadım
Çünkü sendikacı değildim.
*
Sonra Yahudileri topladılar
Sesimi çıkarmadım
Çünkü ben Yahudi değildim.
*
Sonra beni almaya geldiler
Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı?”
* * *
Bir zamanlar bir slogan vardı "Susma sustukça sıra sana gelecek" diye
Susma....

11 Şubat 2011 Cuma

3000 Kitap

Kelime kalabalıkları içinde yuvarlanan gözler acaba neyi arar. Yalın bir hayatın getirdiği boşluğu bu kelimeler mi dolduracak ve renklendirecek.
Kitap okumak güzel bir eylem. Gerçekten okuma eylemini yerine getirmek ve bu eylemin sonucunda yeni biri bilgi, görüş veya hayal dünyası edinmek çok güzel. Ama bazen durum abartılıyor gibi geliyor bana. 3000 kitap okuma isteği bana çok garip geliyor. Hem de gerçekten kitap okumaktan keyif alan bana. 15 -16 yaşından beri ayda bir kitap okuyorum. Bazen 100 bazen 300 sayfalık kitaplar. Ama ayda sadece bir tane.
Nenden bir tane derseniz, zaten günümüzde zaman fukarası olma yönünde ilerleyen bir toplumun içinde yaşıyoruz. Kendimden örnek verme gafleti içinde olursam,  hafta içi günde ortalama 12 saat çalışıyorum, işe gidip gelmek içinde yolda 1,5 saat kaybediyorum. Yani kısaca hafta içi yemesi içmesi vb eylemler ile beraber, uyku hariç 15 saat bu şekilde geçiyor. Üstüne 6 saat uyku koy 21 saat. Bütün çaba bu geriye kalan 3 saat için.
Ben sadece kitap okumayı sevmiyorum, yazmayı da seviyorum. En az kitaplar kadar film seyretmeyi de. Dostlarımla vakit geçirmeyi de. Özellikle okuduklarım yazdıklarım ve seyrettiklerim hakkında onlar ile konuşmayı da. Liste uzar gider, o nedenle ben kedime farklı hedefler koydum. Kitap okumak, film seyretmek  vb , hayattan keyif alınacak şeylere her zaman vakit ayırmak.
Kimsenin 3000 kitaplık hedefini mantıksız bulmak gibi bir niyetim yok. Sadece yazılanlardan bir dünya değil, bunu yazanların yaşadığı bir dünyayı, anlama isteğinden kaynaklanan bir itiraz benimki. Okuyup unutmaktansa yaşayıp, tadına varma isteği birazda.
Doğduğumuz andan itibaren hayatımız aslında ölüme doğru bir yolculuk. Sonu bilinen bir film veya kitap gibi. Sonunu bilsek de bazı filmleri tekrar tekrar seyrederiz, ya da kitapları okuruz. Çünkü ilgimiz çeken sondan çok, sona giden yolculuktaki hikâyenin içeriği ve renkliliğidir bizim için. Kendi içeriğimizi renklendirmek istiyorsak eğer, tek bir şeye saplanmadan, mümkün olduğunca birçok şeyi tatmak ve bunun için çaba sarf etmek gerek. Zamanın ruhuna uygun olarak.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Hangi ayak havada? :)

Hayata sadece bir çift gözle bakmanın getirdiği bir körlüğün içinde olduğumu düşünürüm bazen.  Yıllar önce idi. O zamanlar pazarda tencerelere, tavalara kulp takan ustalar vardı. Bunlardan biri tren yolunun kenarında, tamtamların orada daimi mesken edinmişti kendine.
Anemin düdüklü tenceresinin lastiği ile enteresan oyunlar yaratan bendeniz, tam olarak hatırlamıyorum, lastiği ya kaybetmiştim yada koparmışdım. Anneden azar işitme, ben sana söylemedim mi? O lastikle oyun olmaz lafını duyma tehlikesine istinaden, arayışa girdiğimde onu keşfetmiştim.
Her gittiğimde değişik bir şey anlatırdı, ama yıllar içinde söylediği, anlattığı birçok şeyi unutsam da,  bir tek şeyi hiç unutmadım. Hayatı bakar kör yaşama . Gözlerini bakmak için değil görmek için kullan, çünkü hayat baktıklarından çok, görebildiklerine göre şekillenir derdi. Bir de örneği vardı, daha doğrusu sorusu. Nerdeyse bütün müşterilerine sorduğu basit bir soru , “ Cumhuriyet Meydanında (İzmir) Ata binmiş Atatürk heykeli var, atın hangi ayağı havada dır.”
Evet, yıllarca önünden geçtiğimiz, defalarca gördüğümüz bir heykel. Kaç İzmirli bunun cevabını hemen verebilir. Bu soruyu müşterilerine sorar ve hep, bakarak değil görerek yaşayın, bakarkör olmayın derdi.
Kendim için edindiğim bir düstur var, yıllardır aynı yolu gidip geliyorum. Ev, iş arası. Otomatiğe bağlamış gibi. Ama haftada bir gün o yolu, bakarak değil görerek gidiyorum, keyfini çıkararak. Çünkü o ustaya bir sözüm var, ben bakar kör olmayacağım diye.
Sadece çevremizi değil, çevremizdeki insanları da bakmak yerine görmeliyiz. Basit bir merhaba, günaydın, ufak bir gülümseme, hem görmemizi sağlar hem de görünür olmamızı.

26 Ocak 2011 Çarşamba

Dünden bu güne, bu gün dün değildi.

Her gün dönerken köşeyi görürdüm,
Kocaman o boş araziyi,
Yanımda hep topum olurudu,
Birde mahalleden arkadaşlar,

Her köşeyi döndüğümde,
Çok büyük gelirdi ,
Hem maç yapardık, koşmaktan bitercesine
Hem uçurtma , uçuruduk saatlerce.

Dün köşeyi dönerken durdum bir anda
içimi bir korku sardı o anda,
farkında değildim ama,
Dün bu gündü, bu gün dün değildi.

Bu gün köşeyi dönemedim,
Ne dönülecek köşe,
Ne de görülecek boş arsa vardı.
Adı yoktu kendi vardı,
Şimdi adı var kendi yok oldu.

Çok büyüktü, kocamandı.
İçinde kaybolurcasına,
Sanki hep orda olacaktı.
Bize sözü vardı,
Hep boş olacaktı.
Galiba dünüdü,
Bu gün dün değildi.

Denklem - İkilem

Hayatımız sanki ikilemler oyunu. Kaç kişi acaba yaşadığı hayatan memnun. internet böyle bir ortamda bize sanal bir hayat sunuyor, farklı bir kimleğe bürünüp , yeni bir yaşam şekli imar edebiliyoruz kendimiz. Beğenmez isek, yada sıkılır isek yenisini yaratma şansımız var.

Bu hem mutlu edebiliyor insanı hemde depresyona sokabiliyor, niye gerçeği böyle değildiye. Ama artık sanalda yeni bir dünyamız var. Vazgeçilmesi zor bir dünya.

Kaç kişi acaba internetteki sanal alemi bırakıpta gerçeklerle daha fazla yüzleşmek ister. Gerçek hayatta kaybeden olmaktansa , sanalda kazanan olmak, tam olarak yetiyormu bize. Ama itiraf edelimki sanalın en güzel yanı , estetik yaptırmadan güzel ve genç görüne bilme imkanını bize sunuyor olması. On yıl önceki resimler, oda yetmedi bol photoshoplu resimler :).  Herşey sanalda keyifli , problemsiz. Ama....

Ama iş belli bir noktaya gelip oluşan bazı şeylerin karşılıklı realiteye döküleceği an, o an çoğu zaman , sükütü hayla zamanı oluyor. Çünkü herşeyin sanal olduğunu unutup, sanalı gerçek gibi yaşamak yanlışına düşüldüğü andan itibaren ilk darbeyi alma noktasına geliyorsunuz. Kısaca gardınız düşmüş oluyor.

Sanalı sanalda yaşamak en güzeli galiba. Elimizdeki gerçeklikte çabalanırsa değişe bilir ve kendi istediğimiz gibi olabilir. Bunu yapmanın nekadar zor olduğunu söylememe gerek yok. Ama yapabilirseniz, hem sanalda yaşadığınız hayal kırıklıkları ile karşılaşmazsınız hemde gerçekten nefes alıp vermenin, keyfinin nekadar güzel olduğunu anlarsınız. Bu hayatta, süre akıp gidiyor, koşup önüne geçme şansımızda, arkasından çekip yavaşlatma veya döndürme şansımızda yok. Zamanı zamanında yaşamak gibi zor ama güzel birşeyi denemek gerek. Yoksa hayatlarımız sanalda kaldığı sürece zaman aşına uğrayacaklar. tik tak tik tak :)

18 Ocak 2011 Salı

İleri Demokrasi - Tersine Evrim

İleri demokrasiye kör, topal, sağır ve dilsiz olarak, üç nala gidiyoruz.
Öğrenciler tepki gösterdiler, yumurta atılar, hem kıyamet kopartıldı. Böyle protestomu olurmuş. Onlar aslında protein eksikliğine dikkat çekmişlerdi. Öğrendik ki fazla proteinin ileri demokraside yeri yok.
Ülkede bir basket şöleni başlar, birileri sevmiyor diye dansçı kızlar ortadan yok edilir, ses çıkmaz. Aynı şölenin seyircisi, seslerini ve ellerini kullanarak protesto eder, dansçı kızları sevmeyenleri ve onların yaptıkları faaliyetleri, ortalık yine karışır. Buradan örendik ki kapalı ortamda yüksek sesle protestonun ileri demokraside yeri yok.
Bir konser olur, konseri veren dünya çapından tam bir protestocu gruptur, bilmeden bilemeden birilerini övmeye başlar solistleri, şok bir şekilde protesto edilir, gene kıyamet kopar, ele güne rezil ettiniz diye. Buradan da öğrendik ki ileri demokrasilerde beynelmilel bir konserde protesto olmaz, olamaz, sonra elaleme ne deriz.
Gün gelir bir stat açılır, koca bir tanesi boşta dururken, görkemli şovlar başlar, seyirci seyreyler, ama birden birileri başka bir şovu yapmaya kalkar,  başka birilerini övmek için. Seyirci sevmez bu korsan şovu, protestoya başlar. Protesto var olan hedeften sebeplere doğru yönelir, sebepler stadı terk eder. Ve kıyametin büyüğü başlar. Ben olmasam bu stat olmazdı. Üstat parayı cebinden sayıyor ya. Ben yaptım oldu diyeni gördükte, ben olmasaydım yapılmazdı diyen ile yeni tanışıyoruz. Olay ne de olsa One munite Show. Buradan da öğrendik ki ileri demokraside baştakiler istedikleri gibi mevzuatları eğip bükebilirler, tabi onlarla iyi geçinirseniz. Hele protesto hak getire, daha anlaşma bile yapılmadan, olur mu hiç. Nerdeyse tez elden denilecek ama bir muhteşemlik özentisi olur sıkıntısıyla, yutkunup tutuluyor.
Garip bir şey bu ileri demokrasi, görmeyeceksin, duymayacaksın, sesini çıkarmayacaksın. Biz buna üç maymun demiyor muyduk? Desenize bu ileri demokrasi tersine evrim yaptırıyor.  Ya oturup dua edeceğiz Darvinin teorisi yanlış diye, yada maymunlar cehenneminden kurtuluş filmini yeniden izleyeceğiz. Tabi ileri demokrasimizde böyle bir seçme hakkımız varsa. Belki vardır, sormak lazım tek doğru biliciye. Bu işinde bir doğrusu vardır, sonra ucube gibi ortada kalmayalım.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bir yerden başlamak lazım gibi

Kendimce, kendi kelimelerim ile düşüncelerimi , düşünemediklerimi, kendimi anlatama gaflet ve dalaletinde olacağım. Yazdıklarım benim için denize atılan şişe içindeki mesajlar gibi olacak. Bir umutla birilerinin okumasını ve tepki vermesini bekliyeceğim. Güzel yada kötü, beğendim yada bu ne biçimşey denmesini bekliyeceğim. Günümüz etikleşim toplumu , benim içinde hayat etki ve tepkiler ile ilintili , önemli olan bunşarın bileşkesinin yarattığı ivmeyi yakalaya bilmek.

Bir istek ile başladı, problemde olsa , çözümde olsa bir yerden başlamak lazım, birşeyler bitmeden :)